Salı, Mayıs 26, 2020

alışkanlıklar üzerine gevezelik

Eveeet yine düştük burayaa :D Pazar günü hem hafta sonu hem de bayram diye kendime tatil ilan ettim. Ne uyku düzenime dikkat ettim, ne dersin yüzüne baktım. Uyandım öğle vakti, indirdim bir oyun bütün gün oyun oynadım. Yeme, içme, tatlı, poğaça, bütün gün yatış... Üstüne mobil uygulamayı shit post yağmuruna tuttuk bir güzel engellendik. Yani anlayacağınız gün boyunca ne bir üretkenlik, ne bir gelişim hiç bir icraat yapmadan geçirdim.

Burada neyi anlatmaya çalışıyorum açıklayayım: Son bir kaç senedir sürekli aklıma derin konular takılıyor merak ediyorum araştırmak istiyorum. Bunun sebebini ise kafamın eskiye göre daha temiz ve saçma alışkanlıklardan uzak olmasına bağlıyorum. Midem, ellerim değil beynim çalışıyor. Mesela bütün gün oyun oynayan adamın uyku düzeniyle ne işi olabilir ki? En fazla alarm kurar tekrardan kalkıp oyuna bakar. Yediğine içtiğine dikkat etmeyen adam dış görünüşüne de dikkat etmez. Bütün gün uygulamalarda facebook gruplarında shit post sallayan adamın da kendini geliştirmek gibi bir derdi olmaz.

Başkaları bunları yapmıyor da Instagrama giriyor, makyaj vlogu izliyor, kafayı futbolla arabayla kumarla bozuyor. Yada başka amaçlarla telefon, bilgisayar bağımlısı oluyor. Dizi filme sarıp 8 10 saat başından kalkmıyor. Var oğlu var.

Bu alışkanlıkları yapan insanın bırak derin düşünmeyi, normal düşünecek kafası kalmaz. Gider bir soru sorarsın ne diyon aga ya, böyle yaşanır mı ya, yada “amk salağı her asker olanın mermi yemesi mi lazım” derler.

Aslında yaptıkları şey kendilerini bir şeylere bağlayıp gözlerinin önündekini görmek istemiyorlar. Ellerindeki şeyleri bıraktırıp, önlerine baktırmaya çalıştığın zaman; onların da seninle benzer fikirlerde olduğunu görüyorsun ancak onlar bu gerçekleri senin kadar önemsemiyorlar. Hatta önemseyecek vakitleri yok. İnsanlar çok fazla dünya kokuyor...

Pazar günü eskiden yaptığım boş şeyleri yaptıktan sonra aklıma hiç “seni tanıyan son kişi öldükten sonra aslında hiç doğmamış olman” fikri gelmedi. Evet kardeşim senin yaşadığın gibi bok gibi de yaşayabiliyormuşum. Ama kendime düşünceden soyut bir hayatı yakıştıramam. Senin gibi olamam.


Bu yazıdan sonra neden son bir kaç senemi zevksiz geçirdiğimi az çok anladım. Kendimi bildim bileli yaptığım haz veren alışkanlıklardan soyutlamışım. Atıyorum yemek yemeyi seviyorsun, yemiyorsun. Bütün gün oyun oynamaya alışmışsın kaç yıldır oynamıyorsun. Kola sigara içmek istiyorsun, içmiyorsun. En başta zaten sağlığa zararlı bunlar. Bir tek bunlar da değil ben resim yapmayı seviyorum aylardır çizmiyormuşum, spor yapmayı seviyorum aylardır yapamıyorum. En azından bunları yazarken farkına vardım. Şu virüs ve sınav bir bitsin de hayatıma neleri ekleyip neleri çıkaracağıma tekrardan karar vereyim.

Cumartesi, Mayıs 23, 2020

yaşam ve ölüm hakkında


Neredeyse son 5 senedir aklıma takılan sorun: Yaşam ve Ölüm. Normal bir insanın yaşam döngüsünü on evreyle inceleyerek başlayalım.

Doğum
İlkokul
Ortaokul
Lise
Üniversite
Askerlik
İş Meslek
Evlilik
Emeklilik
Ölüm
Sonsuz Yaşam (?)

Kısaca doğar, bir şeyler yapar ve ölür. Liseden beri bu döngüyü düşündüğümü var sayarsak, şu anda askerlik evresine dayandım diyebiliriz. Yani döngünün farkında olarak üç evre geçirdim. Baktığım zaman liseden önceki evreleri de geçirdiğimi görüyorum, o zaman bu da beni sonraki evrelerin de yaşanacağı kanısına götürüyor. İlk beş tamamlandı, sırada sonraki beş altı bölüm var.

Anlayacağınız hepimiz yaşam döngüsüne zaman geçtikçe tikler atıyoruz. Peki bunun sonu ne? Sonu var mı? Bunu düşünmeden önce bu evrelerin gerçek hayatta karşılığı var mı ona bakalım.

Doğan bebekleri, okula giden insanları günlük hayatta görebiliyoruz. Dershaneye parka okula gidiyorlar. Askerlik yapan, bir işte çalışan, evlenen insanları da görüyoruz emekli olanları da. Kendileri için gerekli kurumlara gidip oralarda evleniyorlar çalışıyorlar askerlik yapıyorlar.

Geriye çok az gördüğümüz ve canlıyken göremeyeceğimiz iki şey kalıyor. Ölüm ve sonsuz yaşam.

Bunu yazarken fark ettim. Ölüme ve sonsuz yaşama kuşkuyla korkuyla bakmamızın sebebi bunlarla günlük hayatta çok az karşılaşıyor oluşumuz olabilir. Çünkü diğer bütün dönemleri göre göre, yaşaya yaşaya artık alıştık. Peki kaç kez ölü gördük, kaç kez ölümle yüzleştik? Çok az. Ben henüz doğrudan görmesem de, kefenli halde gömülürken sadece bir kaç tane gördüm. Doğrusu ilk defa birini gömmek beni hiç ürkütmedi. Gerçekten her zaman yaptığım şeymiş gibi normal karşıladım. Sonradan da bir etki yaratmadı belki de sağlıklı olan budur.

Peki dönelim konumuza ölüme kadarki sürecin er yada geç yaşanacağını kabul ettikten sonra geriye sonsuz yaşamın var olup olmadığı sorusu kalıyor. İnsanlar dershaneye gidiyor, askerlik şubesine gidiyor, nikah merkezlerine gidiyor ve tamam diyoruz bu süreçlerle alakalı gidilmesi gereken yerler. Peki ya camilere giden insanlar? Tam olarak bu açıdan baktığım zaman insanlar camiye de gidiyorsa bir yere hazırlık yapıyorsa; bende, bu da gerçek olmalı izlenimi uyandırıyor.

İnsanlar sınavlara hazırlanıyor. Sınavlara giriyor. Üniversiteli oluyor. Meslek için çalışıyor sonunda elde ediyor. Emeklilik için çalışıyor sonunda emekli oluyor. Aynı dünyada bunlar yaşanırken ölümden sonrası için hazırlanan insanlar da dikkatimi çekiyor. Evet bu insanlar da bir şey için hazırlanıyor ve ahiret sınavına gireceklerine inanıyorlar. Evet yalan yok tüm bu ölüme kadar olan süreç hiç kuşkusuz hepimizin başına gelecekse, bunları günlük hayatta sürekli görüyorsak; ölümden sonraki sonsuz yaşama hazırlanan insanları da görmezden gelemeyiz.

Düşünsene öldükten sonra Allah'ın sorguya çekip şöyle sorduğunu: Sınava hazırlananları gördün sen de hazırlandın. Bir işte çalışanları gördün sen de çalıştın. İşte ne bileyim evlenenler vardı sen de evlendin dedi. Sonra "Ahirete hazırlananları gördün de sen neden bunları görmezden geldin, sen neden bana kulluk etmedin?" diye sorarsa ne denilebilir ki? Benim bir inanca girmeme sebep olan çok basit bir şeydi bu. Gözlemledim ve tümevarım yöntemiyle böyle bir kanıya vardım.

Perşembe, Mayıs 21, 2020

sınavdan başka seçenek yok

Sürekli şikayet ederiz. Parasızlıktan, işsizlikten, gelecek kaygısından... Özellikle lise bittikten sonra, 18-20 yaşlarında hayatı anlamaya başlarız. “Ne yapmalı da para bulmalı?” diye düşünürüz.

Babadan zengin, İşveren, Girişimci, Çalışan... Elimizde ortalama 4 seçenek var. Şimdi doğruya doğru babadan zengin değilsin. İşveren olacak kadar paran ve tecrüben de yok. Girişimci olmak için de über zeki yada çok şanslı falan olmak, risk almak gerekir ki bu da olmaz..

Bizim elimizden gelebilecek tek şey toplumun %99’unun yaptığı gibi bir işe girip çalışmaktır. Emek karşılığı para. Tamam dersin hayatımı kurtarmam lazım ve bunun için bir iş bulmalıyım. Eşek gibi çalışıp üç kuruş paraya tahammül etmek zorunda kalırsın. Bunun böyle yürümeyeceğini anlarsın. Garsonlukla kasiyerlikle hayat yürümez.

Tamam bir işe girip çalışacağım da doktorlar da bir işe girip çalışıyor, garsonlar da. Ne aynı muameleyi görüyorlar ne de aldıkları para aynı. Haa o zaman saygı duyulan, rahat bir çalışma ortamı olan, çok para kazanabileceğin bir iş bulmak gerekir. Tıp, hukuk, öğretmenlik, eczacılık, diş hekimliği gibi. Bunun için de yapman gereken şey çok basit. Üniversite kazanıp atanmak! Bu yüzden 2-3 milyon insan her yıl sınavlara giriyor, tek çıkar yol bu çünkü. Biz de Myth ile geçen sene karar verdik. Önümüzdeki sınavlara çalışacağız ve kazanacağız bitti. Başka seçeneğimiz yok.

Çarşamba, Mayıs 20, 2020

üç günde uyku düzeni

Sürekli Dizi - Uyku Döngüsü
Üç günde uyku düzenimi nasıl oturttum açıklıyorum: Çok değerli bir profesöre bu konuyu danıştım. Bana önerdiği tek şey neydi biliyor musunuz? İşe gidiyormuş gibi kalk! Hayatımı değiştiren bu cümleyi hiç unutamam. Şaka bir yana öyle yapmak gerekiyor.

Öncelikle bu yazıyı ne zaman okuyor olursanız olun, normalde hangi saatte uyuyor olursanız olun; uyku düzenini oturtacağız. Diyelim yatış saatini 23.59 - kalkış saatini 08.00 yapmak istiyorsun.

İlk gün kaçta yatarsan yat. O gün sabah 08.00’de ayakta olacaksın. İşe gidiyormuş gibi kalkacaksın ve gündüz uykusu kesinlikle yasak, geceye kadar uyumayacaksın.

Sabahın köründe kalktın ilk günün sarhoşluğuyla biraz zor olacak. Ama ilk gün dayanmak gerekiyor işte. Geceye kadar tutacaksın kendini. Gece 23.59 oldu mu doğru yatağa. Uykun olsun yada olmasın, uzan uyuyana kadar. Diyelim dörtte uykun geldi. Mecbur dört saatlik uykuyla yine 08.00’de kalkmak zorundasın.

İkinci gün yine uykusuz olacaksın ama bugün de dayanırsan düzen oturacak. Yine akşama kadar uyumayacaksın gece oldu mu yatağa gireceksin ama bu sefer daha erken uykun gelecek. Böyle böyle 3 gün içerisinde uyku düzenini oturtmuş sabahları daha verimli kullanmış olacaksın.

Sabah 06.00’da uykum geliyordu düzen allak bullak olmuştu artık gece 01.00 gibi uyuyup sabah 08.00’de kalkabiliyorum.

Pazar, Mayıs 17, 2020

feminizm hakkında


Hiçbir araştırma yapmadan sadece düşüncelerimi yazıyorum kimseye düşmanlığımız yoktur. Şimdi feminizm eşit haklar bla bla.. geç orayı. Bir kadın tamam elbette ezilmemeli, dayak yememeli, öldürülmemeli, yaptırılmaması gereken bir iş yaptırılmamalı. Ne olursa olsun fiziksel şiddete ben karşıyımdır zaten herrr türlüsüne. Ancak günümüze baktığımızda bana soracak olursanız, kadınlar erkekleri zaten geçmiş durumda. Kanunlarla olsun, toplum içindeki kurallar olsun zaten eşitiz.

Tamam belki de günümüzdeki bu eşitliği feminizm sağladı eylemler yaptılar haklarını savundular. Bunlar çok güzel şeyler. Feminizm diye bir şey olmamalı da demiyorum zaten. Benim bahsetmek istediğim sorun şu:

Burada açık söyleyeyim; feminizm, kadınlar tarafından çok yanlış algılanıyor. İki makale bir kitap okuduktan sonra vay efendim bütün erkekler bu saatten sonra düşmanımdır gibi davranılıyor. Yahu tamam ataerkil sistem şu bu, kadına döven söven geri kafalı adamların allah belasını versin. Tamam da kardeşim bizim suçumuz günahımız ne? İzmir’de doğmuş büyümüşüm. Zaten ülkenin en rahat, en geniş ilinde yaşıyorum. Banane kim ne giyinmiş, kim nerede hakkını savunmuş? Benim daha bir kadına el kaldırmışlığım dahi yoktur.

Ama gel gör ki masadan tabağımı kaldırmadım diye “Siz erkekler hep aynısınız, sürekli kadınlardan hizmet bekliyorsunuz.” lafınını duymak zorunda kalıyorum. Ablacım okudun kitabını izledin filmini öğrendin haklarını bitti gitti. Ben etliye sütlüye karışmam kendi başıma takılan bir adamım ne bu tavırlar hareketler? Sanki gel ayaklarımı yıka sırtımı ov demişiz. Haftalardır aynı muhabbet.

Odam temizlenmez oldu neymiş ben yapacakmışım, yemekleri ben dolduruyorum, tabakları ben yerine koyuyorum :D Bunlara lafımız yok yaparız biz de elimizden geleni. Ancak düşmanca tavırlara sert sözlere gelemem ben. Benim yapmadığımı sen de bana yapmamalısın.

Neymiş banyoda çok durmuşum kapıyı geç açmışım. Bir bağırma bir çağırma allah etmesin sanki ne olmuş hsjsjs yahu ben sana yapıyor muyum böyle? Sinirlenince gelip vurmalar falanlar filanlar. Biz ağzımızı açmıyoruz, ne derlerse onu yapıyoruz, el zaten kaldırmayız. Yine de haklı olan onlar.

Erkekler elinizde hanım evladı oldu. Maaşı elinize sayıyorlar yemeği temizliği bize yaptırıyorsunuz. Yine de biz her yerde onları eziyoruz dövüyoruz hizmetçi yerine koyuyoruz he he tamam sensin. 

Cuma, Mayıs 15, 2020

sevimli görünen şeyler

Neden bazı şeyler diğerlerinden daha sevimli gelir? Neden şirin gözükürler? Bebekler, kedi köpek yavruları hatta büyük gözleri olan oyuncaklar... Peki bunların ortak noktası ne? Neden yavruları yetişkinlerinden daha sevimli buluyoruz? Galiba cevabı evrimde yatıyor. (Burası "her şey dahil, bunlar kaçmaz, ya meraktan" gibi saçma mekanlar değil. Evrimden konuşacağız.)
İnsanoğlu yüzyıllar boyunca hayatta kalmaya çalıştı. Bunu yapabilmek için genlerimizi gelecek nesillere aktarmamız ve onları güvende tutmamız ve iyi bakmamız gerekti. Düşünsenize bir çocuk dünyaya getirdiniz ve varsayalım ki eski çağlardasınız medeniyet falan yok. Neden o çocuğa bakarsınız ki? Kim onu yedirecek, içirecek; koruyacak, kollayacak... İşte evrimsel süreç burada devreye giriyor. Onları bize masum çaresiz ve sevimli algılatarak şefkat içgüdüsünü harekete geçiriyor. Ayrıca beyin mutlu hissettiren dopamin salgılamaya başlıyor. Bunu yapmak kendimizi iyi hissettirdiği için sürekli bu canlılara tekrar tekrar bakmak sevmek mıncırmak istiyoruz.

Kendimizin olmasa bile yavrular bize tatlı gözüküyor. Yani bunları tatlış yapan özellikler ne peki. İnsan şirine bakma eğilimindeyse, bu şirin şeyler belli bir takım özelliklere sahipse; biz de bu özellikleri elde ederek kendimizi şirin gösterebilir miyiz? İnsanların bilinçaltında yer edinerek sürekli size baktırdığınızı düşünsenize. İşte bilim konuşuyor gelecek burada :) Yüzyıllar öncesinden kalma içgüdüleri öğrenerek onu kendine uyarlama ve fayda sağlama.
 Kindschenschema yani sevimlilik özellikleri:
Resimdeki gibi vücuda göre büyük bir baş.
Daha geniş bir alın ve büyük gözler.
Küçük bir ağız ve çene.
Küçük bir burun.
Yuvarlak yanaklar.
Yumuşak ve yuvarlak bir vücut.

Peki bu özellikler hayvanlar için geçerli mi? Aşağıda kedilerden hangisi daha şirin? Sağ mı sol mu?
cevap sol olmalı
Cansız objelerde işe yarıyor mu? Cevap aynı sebeplerden ötürü işe yarıyor. Aşağıda iki çekiç resmi var hangisinin daha şirin olduğunu söylemeye gerek yok.


Kazmada kürekte işe yarayan özellikler elbette ki insanda da uygulanırsa işe yarayacaktır. Ancak bazıları. Örneğin yuvarlak bir vücuda sahip olmayı kimse istemez veya yuvarlak geniş yanaklar, geniş bir alın yetişkin insanlarda itici durabilir. Bana göre buradan belli oluyor ki burun küçültme ameliyatları, gözlerin iri durmasını sağlayan makyajlar yapılmasının sebebi insanın derinlerinde bir yerlerde. Özentilikten şuradan buradan değil içgüdülerden kaynaklanıyor. Doğada bile bu böyle yalnız değiliz. Bir çok hayvan ya başka hayvanları taklit eder yada olmadığı bir şey gibi görünmeye çalışır. (Bkz: doğuştan oyuncular belgeseli) Amaç şirin görünmek olsun yada olmasın, genel olarak amaç hayatta kalmak ve pazardaki değerini arttırmaktır.

Salı, Mayıs 12, 2020

sınav sonrası tatil hayalleri


YKS sınavından sonra bir hafta geçti. Artık Myth daha rahat. Sınavı beklediğinden de iyi geçti. Ama konfor alanına yenik düşmeyecek. Benle birlikte KPSS hazırlanıyor. Orta öğretimden gireceği için benden bir ay daha fazla zamanı var.

Yaz sıcağında spora bile başlamış. Ağustos'un başında atlerlerle kendimize bir hafta tatil vermişiz. En kıyak tatil mekanlarında soteye çekilmişiz, ev falan tutmuşuz. Sabahtan deniz manzaralı Starbucks'a gelip buzlu Mocha yudumluyoruz. Camın önüne her zamanki gibi oturmuşuz. Artık konular da bitmiş sürekli soru ve deneme çözüyoruz.

Deniz biraz ısınmaya başladı mı bir kaç saatliğine oradan ayrılıyoruz. Kitapları eve bırakıp havlularla plaja geliyoruz. Ben seksen, Myth yetmiş kiloya düşmüş kollar hayvan gibi. Havluları şezlonga atıp denize giriyoruz serinliyoruz falan. Daha tatil devam ederken YKS sonuçları açıklanıyor. Kutlamak için o gün bira votka çakıyoruz. Hangi okulu yazacağım derdi yok, para kazanma derdi yok. İstanbul Boğaziçi İngilizce bölümünü yazıyor tercih haftası. Zaten 6 aya kalmaz İstanbul'a laborant olarak atanacak. Vücudu da taa temmuzdan çekmişiz. Hem atanıp hem okumanın vereceği keyifle tatilin içinden geçiyoruz.

Sabah ders, kahve... Akşam deniz, plaj, alkol... Sosyal medyaya zaman ayırmaya başlarız artık. İnstaya fotoğraf çekiyoruz falan. Gelecek kaygısı bitmiş. Artık elimizden geleni yapmışız. Ulan korona bile bitmiş daha ne olsun.

Pazartesi, Mayıs 11, 2020

geçmişe duyulan özlem


Neden hep güzel hatıralar canlanır kafamızda? Neden hep eskiyi özleriz? Eskiler hep daha mı iyidir bugünden? Daha mı dolu dolu yaşamışızdır şimdiye göre? Belki bu aylar için bu yargı doğru olabilir. Ancak aradan bir kaç yıl geçince yine beğenmediğimiz bugünleri güzel anılar olarak hatırlayacağız. Demek ki bilinçaltımız iyiyi, güzeli hatırlamayı; kötüyü ise unutmayı tercih ediyor. Bu yüzden lise yıllarımızı, çocukluk günlerimizi özleriz. Keşke hep çocuk kalsaydık deriz. Çünkü aklımızda canlanan güzel anılardır. Ayrıca çocukluk döneminde her şeyi ilk defa deneyimleriz. Yeni alınmış bir hafıza kartı gibi beyin bomboştur. Gördüğü, deneyimlediği her şeyi, her anı kaydeder. Daha sonra yaptığımız aynı işi hatırlamayız bile. Bu yüzdendir ki karantina günlerinde zaman çok hızlı geçer. Günler, haftalar nasıl geçiyor anlamayız. Çünkü beyin sürekli yaptığı işleri kanıksar. Kayıt dahi etmez. Ama bir tatile, denize, geziye gittiğimizde zaman neredeyse geçmez. Beynimiz yeni gördüğümüz, dokunduğumuz, hissettiğimiz her şeyi deneyimler; kaydeder. Aradan zaman geçtikçe bu anılar kalır. Gündelik anılar ise silinir ve geçmiş bize her zaman daha toz pembe gözükür.

Peki ya bütün olay bu mu? Elimizden hiç mi bir şey gelmez? Bütün suç beynimizde midir? Değildir elbet. İnsan kaderini kendisi belirler. En başta insan kendini ait hissetmediği şeyden ayrılmalıdır. Bu böyle olmamalı dediği her ne varsa bunu değiştirmeli. Böylece gelecekte dönüp baktığın hikayeler, en azından keşkelerle dolu hatıralar olmazlar.

Kendi konfor alanından çıkamamış bir adam düşün. Sürekli her yerde 2008'de yaptığı paraşüt anısını anlatıyor. Her konuştuğunuzda aynı anıyı anlatıyor. Bir hafta geçiyor, oğlum başıma ne geldi deyip aynı hikayeyi değiştirip bir daha anlatıyor. (Tıpkı içme anıları, tatil anıları, salonda gazoz ekmek anılarını sürekli anlatmamız gibi.) Beyin yeni şeyleri deneyimlemediği sürece sürekli aynı mp4 dosyasını açıp onunla tatmin olmaya çalışıyor. O günlere dönmek istiyor. Böyle bir adamla yaşamanın aynı filmi 100 kez izlemekten farkı yok bana göre. Çünkü monoton şeylerden sıkılırsın. Farklı şeyler görmek deneyimlemek istersin. Sınav döneminde zaman monoton geçiyor olabilir, böyle olması gerekir de zaten. Ancak ileride atandıktan sonra hep aynı hastane, hep aynı ev, hep aynı bakkal Mahmut amca insanı kendi çizdiği sınırlar içerisinde yer bitirir.

Dünya değişirken, sen kendi inşa ettiğin, duvarlarını ördüğün kalende 20 sene önceki halinle kalırsın ölür gidersin. Bu yüzden değişim ve farklılık iyidir.